Günlük olayları, anılarımı ve kızdığım şeyleri bir güzel anlatmak, sizlerle paylaşmak her zaman hoşuma gitmiştir. Kızdığımda eleştirdim, eleştirdiğim zaman köpürdüm. Hatta hızımı alamayıp fırıncı küreği kadar büyük laflar ettim. Yaptıklarımdan da özür dileyecek falan değilim. Sanki öyle bir hava estirmiş gibi oldum da hemen düzelteyim dedim. Bugünkü konum ise tamamen benim yediğim bir haltla ilgili… “Yaşasın! Bakalım kendini nasıl rezil edecek?” diye bekliyorsanız başından söyleyivereyim, eğer sizde de aynı salakça şeyler varsa yalnız değilim.
Olay bundan birkaç gün önce kuşların bile cikleme mesailerinin başlamadığı bir vakitte yaşandı. Saat “sabah oldu” diye çalarken tek gözümü yirmi derecelik açıyla açıp cama doğru baktım. Dışarısı zifiri karanlıktı ve sabahın olduğuna inanmamı kimse bekleyemezdi. Bu benim sabah anlayışım değildi. Bana göre sabah, evde ışık yakmadan dolaşabileceğim vakittir. İç sesim ve ben daha fazla tartışmanın manasızlığını kavrayıp bir an önce yataktan kalkmam gerektiğini anladık. Acaba burada saatin mi suçu var yoksa zamanı ayarlayıp bize geceyi sabah diye yutturanların mı? İkisini de ayırmadan kalaylayıverince birden kendimi kuş gibi hafif hissetmeye başladım. "Kuşların olmadığı yerde İpek bülbül kesilirdi. Uyansalardı bana ne!"
Gözlerim kapalı bir şekilde odadan çıkmaya çalışıyordum ki “gümmm!” diye bir ses duyuldu. O ses tamamen benim bedenimin yere yapışması sonucu çıkmıştı. Yıllar önce bir yığın para verip aldığım spor aleti ile sarmaş dolaş olmuştum. “Hay seni alanı da ayağımın dibine koyanı da…” diye söylenerek banyonun yolunu tuttum. Hâlbuki ben onu her sabah kalktığımda en az on dakika spor yapacağıma inandığım için almıştım. Demek ki kendime yalan söylemişim. Zaten evde buna benzer “belki bir gün lazım olur” diye aldığım bir yığın eşya var. Ha bir eksik ha bir fazla…
Soğuk suyun etkisiyle biraz kendime gelir gibi oldum. Başımı kaldırıp aynadaki görüntüme bakınca korkudan dizlerimin bağı çözülmüşçesine titremeye başladım. Gördüğüm süliet ben olamazdım. Evet, bu bir kurt kadındı. Her iki kaşımda Emlak Bankası reklâmlarındaki çatı gibi kalkık, gözlerimden ise alev fışkırıyordu. Alnımda şimdilik ceviz ama biraz sonra yumurta büyüklüğüne ulaşacak bir şişlik vardı. Hani kurt kadın veya kurt adam olmak için gece ve dolunay gerekliydi? Hani şato, kont, kontes nerede? Bu güne kadar bizi ayakta uyutmuşlar da haberimiz yokmuş.
Bir an gördüğüm kişiyi yani beni seyretmeye başladım. Hem düşünüp hem de diş fırçalayabilirdim. Tam diş fırçama elimi uzatırken lavabonun etrafındaki eşyalar dikkatimi çekti. Karşımda sırt üstü yatmış gülen bir kurbağa… Sıvı sabunluktan önceki sabunluğumuz, bana nispet eder gibi gülümsüyordu. Göbeğinde sabun taşımanın neresi güzel ki sırıtıp duruyor. Onun yanında ise sıvı sabunluk… Onun da diğerinden kalır yanı yoktu. Kafasına basıldığında ağzından sabun fışkırtmak herhalde hoşuna gidiyordu. Hepsinin ortak noktası hayvan figürleri olması ve gülmeleri… Bu saatte bu kadar mutluluk beni bozar deyip oradan uzaklaşmak istedim. Tuvalete doğru yöneldiğimde ise onların annesi ya da babası olduğunu tahmin ettiğim bir kurbağa, sırtında tuvalet fırçası taşıyor ve çocukları gibi bana tebessümle bakıyordu. Yok artık! Bu kadarı da olmaz! Yoksa bunlar Leo Buscaglia’nın akrabaları mı? Evimdeki her nesne tebessüm ediyordu. Nereye kafamı çevirsem gülen bir yüzle karşılaşıyor, sinirim iki kat daha artıyordu. Dinazor devrinden kalma bir kurbağa ise ağzını açıp tuvalet kâğıtlarını içine atmamı bekliyor ve ağzı kapanınca yine tanıdık bir gülümseme ile karşılaşıyordum. Galiba evdeki saadeti bozan tek kişi bendim.
Hemen oradan uzaklaşıp mutfağa doğru yöneldim. Artık kendimi bu evin yabancısı gibi hissetmeye başlamıştım. “Beterin beteri vardır.” sözü galiba yaşadıklarıma tam uyuyor ki mutfak banyodan da beterdi. Gülmeyen tek şey o an için yediğim tost ve bendim. Bir an durup bunları alanın ben olamayacağımı düşündüm. Öyle olmalı! Tuvalet fırçasını bile gülen bir hayvan figüründe alacak kadar salak olmadığımı zannediyordum. İçtiğim çayla birlikte biraz olsun kendime geliyor ve az önceki sorunun cevabını da hemen söyleyiveriyorum. Evet, o salak benim! Bu utancı daha fazla yaşamamak adına hemen giyinip evden dışarı çıkmak istiyorum.
Yatak odasına doğru, söylenerek ağır aksak ilerlemeye başladım.
Giyinme faslından sonra ayna karşısına ikinci geçişim ve yine gülen bir obje… Bu seferki bir baykuş ve karnında benim göz kalemlerimi taşıyor. Allah’ım bu ne saadet böyle! Evdeki bütün eşyalar mutluluk saçıyor. Hatta bu mutluluk denizinde boğulmak üzereyim. Sonunda kendi evimden bile kaçacak konuma geliyorum. Ayakkabılarımı giyip arkama bile bakmadan çekip gitmek istiyorum. Tam kapıyı kapatacağım sırada bastığım paspasa gözüm kayıyor. Yuh artık! “Hoş geldiniz!” diye sırıtan bir ördek resmi…
“Bu evde oturan bir ördektir. Bak resmide paspasta.” diye bir not bırakmak geçiyor içimden… Evden o kadar donanımlı çıkıyorum ki önüme ilk gelenin saçını başını bile yolabilirim. O an merdivenlerin başında durup binayı dinlemeye başlıyorum. Herkes sıcak yataklarında mışıl mışıl uyuyor. Hatta horlama sesi bile yok. İçimdeki canavar birden şahlanıyor ve merdivenlerden zıplayarak inmeye başlıyorum. Oh, canıma değsin işte! Gecenin ikisinde son ses televizyon izlemeye benzemiyor dimi? Biraz topuklarım acısa da “Yaşasın kötülük!” sloganını atarak sokağa çıkıyorum.
O saatte, dışarıdaki kalabalığı incelemeye başlıyorum. Ayaklar alışmış bir yolu adımlar gibi şartlanmış bir şekilde hareket ediyor. Ancak gözler, biraz önce bıraktığı yatakta hala uyuyormuşçasına yarı açık halde etrafına bakıyor. Köpekler bile hala uyuşuk, havlayıp havlamamakta kararsız bir şekilde baygın bir bakış atıp ağır ağır ilerliyor. Soğuk havanın etkisi ile biraz daha kendime geliyorum. Peki, neden bu kadar gülen eşyayla donatmıştım ki evi? “Bakın ben ne kadar neşeli biriyim.” mesajını mı vermek istiyordum? Bildiğim bir şey varsa bunun hayvan sevgisiyle zerre kadar ilgisi yoktu. Belki çok sık gülmediğim için tüm bunları benim yerime gülsünler diye almıştım. Kim bilir? Galiba biraz da abartmışım. Özellikle tuvalet fırçası ve banyodaki çöp kovasında…
Ya da mutlu değilim. Allah’ım, insanın kendini sorgulaması ne kadar zor! Hâlbuki cevabı biliyor olsam da bunu söyleyip canımı acıtmak istemiyorum.
Kendi ev eşyalarımın neler gizlediğini niye kendime anlatayım ki? Zaten gizleyen benim. Eşyaya değil de taşıdığı anlama bakan herkes bunların ne gizlediğini algılayabilir. Biliyorum ki içeceğim bir sabah kahvesi ile bu kasvetli havadan uzaklaşıp kendime geleceğim. Asıl ben olacağım. Yoksa gerçek olan evdeki halim miydi?
Hadi bakalım, şimdi kahve içme ve evdeki kurbağalar gibi tebessüm etme vakti!
This entry was posted
on 01:16
and is filed under
Karşınızdaki kişiyi tanımak istiyorsanız mutlaka evine gidin.
.
You can leave a response
and follow any responses to this entry through the
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
.
Ahhaaa çok tatlı yaa :))
Bizim arkadaşın panda hastalığı var, nerde panda görürse çığlık atmaya başlıyor.
Bir gün bir arkadaşın doğumgününe gidiyor ve tuvalate giriyor. Tabi kapı da kilitli. Feryat figan çığlıklar, anamm ne oldu modu herkese hakim.
Seslerin ardı arkası kesilmiyor...
Noldu aşkımmm???
Böcek mi varr?
Heyy iyi misin?
.....
Yaklaşık 10 dk sonra tuvaletten sırıtarak çıkan bir tip...
Çöp kutusu pandadanmışşş...
O 10 dakika içerisinde panda şeklindeki çöp kutusu ve pek sevgili arkadaşımız arasında yaşananlar hala meçhul.
Kimbilir bir gün prensini arayan güzel bir arkadaşımız senin güler yüzlü kurbağana...
Yok artık, abarttım değil mi???
Sevgiler efenim.
Blogcular olarak el ele vererek bir yardım kanpanyası başlattık. İlk adım olarak Huzur evini seçmiştik. Bayramda bu güzel organizasyonu gerçekleştirdik. İlgili bloga www.bireluzat.com adresinden ulaşabilirsiniz. İlgilerinize Tsk ederim.
Abraxas, o her kimse dilerim kurbağa öpecek kadar çaresiz kalmaz:)))Sevgiler...
Bir El Uzat, başardığınız organizasyonu incelemeye mutlaka gelicem. Blog ziyaretlerini daha sık yapmam gerekiyor.
İlginiz için teşekkür ederim. Organizasyonlarımız devam ediyor. Sırada Çocuk yuvaları var. Bu organizasyonlarda sizleride aramızda görmekten mutluluk duyarız.
Bir ara,yürüyüş bandı alacağım diye ortaya atmıştım kendimi..biri bi kolumdan diğer diğer kolumdan çekiştirdi..yok valla, eve aldın mı kullanmazsın sen onu..verme para mara boşuna..yer de kaplayacak hem dediler..almadım da..ama içimde uktedir:)
daha geniş bir eve çıktığımda derhal alacağım:)
ama ylumun üzerinde olmayacak:)
çok keyifli bir anlatım, sevgiler:)
Biliyorum! Eğer insan kafasına bir şeyi taktıysa onu caydırmak zordur. Emin ol ki ben de spor aletini alacağım diye diretmiştim. Bana da kullanmayacağım söylenmiş ama ben aksini düşünmüştüm. İtiraf ediyorum! Arkadaşlarım haklıymış. Şimdi "alma" derim ama etkili olmayacağını da biliyorum.:) Hadi hayırlısı... Dilerim kullanırsın.
Sevgiler Kayıp Renk...
Eğer buzdolabını açtığında ''La vashe qui rit'' yani ''lavaşkiri'' peyniri de var idiyse kesin sende bi gülememe problemi var arkadaşım:))Hani reklamı da var lavaşkiri,lavaşkiri,yumşacık vs vs lavaşkiri..hah hah hah'' o reklamdaki ''hah hah hah'' ın anlamı da şuymuş,lavaşkiri=gülen inek demekmiş fransızcada :))) o şarkıda da inek gülüyor yani...Ay İpek gece gece böyle bir yorum yazdım ya,kendimle gurur duyuyorum yani:))
Haahhaha, hiç germe kendini canım, inan o sabunluktur vesairedir bizim evde de sırıtır dururlar, ne güzel ki onları seçip almışsın:)))
Spor içinse o tuzağa hiç düşmedim valla, alıp da kullanamayacağımı biliyorum. Daha doğrusu ben bişi almadan evvel onu almışım gibi hayal ediyorum. Gerçekleri düşünüyorum, yani spor aletini gerçekten kullanabilir miydim filan diye varmış gibi hayal ediyorum, yokk, yapamam diyorum. Güzel havalarda yapılan yürüyüşler yeter güzelim ya...
Sevgiler
"yazbakim" Galiba en iyisini sen yapmışsın. Benden de sana sevgiler...