Şimdi yeni bir moda olan şu evlilikteki ilk beş yıl riskli dönem hikâyesini anlamaya çalışalım. Bunlar şu aptal dergilerin dayatmaya çalıştığı düşüncelerden başka bir şey değil. Neden bunlar annemin zamanında yoktu? “İcat edilmediği için.” Çünkü o zamanlar bu kadar çok kadın dergisi ve diziler yoktu.
Hadi şimdi evlenelim. Bakalım neler oluyor.
Birbirini çok seven iki çiftimiz var. Artık evlenmek istiyorlar. İsteme merasimleri biter nişanlanırlar. Her şey güllük gülistanlıktır. Ama aileler için öyle değildir. Kızın ailesi, karşı tarafın az geldiğini, çok geldiğini, damadın az hediye getirdiğini, gülmediğini, güldüğünü velhasıl her şeyini sorun haline getirir. Oğlan tarafı yine ona keza…
Ama bizim kumrular, birbirlerini seviyorlardır. Tüm bu sıkıntıları birlikte göğüs gerip atlatacaklarına inanıyorlardır. Artık nikâh günü belirlenir. Şimdi, daha kâğıttan bir sorunla karşılaşılır. Nikâh davetiyesi nasıl olmalıdır? Oğlan, “Şu olsa da olur.” der. Kız kırmamak için kabul eder ama aile ayaklanıverir. Buda ne böyle. Sanki sünnet davetiyesi… Canım bizim çevremiz var. “Hay senin çevrene…”
Eşya alınacaktır. Her şey tam olmalı. İki kişiyiz ama bulaşık makinesi şarttır. Arkadaşımın var. Ne yani ben hak etmiyor muyum? “Hak ediyorsun canım, hem de çok hak ediyorsun…”
Salon takımı, oturma gurubu, yatak odası, yemek odası, beyaz eşyalar diye Hammurabi Kanunları gibi bir liste sıralanır. Nasıl alınır? Neyle ödenir? Diye düşünülmez. “Canım bir kere evleniliyor. Olacak tabi.”
Bir de balayı vardır. O da kolay, kredi kartına taksit yaptırırız olur biter. “Aslına bakarsanız biten tek şey insanlıktır.”
Neyse ki zar zor bir şeye karar verilir. Nikâh olur olmasına da sırada düğün vardır.
Salon tutulmalı, gelinlik alınmalı pasta siparişi, arabası, gelen misafirlerin karşılanması, kuaför vs vs…
Her şeyin sonunda temelleri borç içine kurulan bir evlilik gerçekleşmiş olur. Çok değil, bir ay sonra bir bakmışsınız ki evinize aldığınız eşyalar gibi anlamsızlaşıp, tozlanmaya yüz tutmuşsunuz. Artık bu saatten sonra ister koltuğu batıya daya istersen de sırtında taşı… Sıkıntı bedenini sarmaya başlamıştır. Daha doğrusu cebini… İşte bu sırada dergiler imdada yetişir. Mutsuz musun? Yoksa evde içini bir sıkıntı mı kaplıyor? “Eğer böyleyse güneş sistemine göre eşyalarını yerleştirmedin. Köşelere dikkat etmedin veya renk seçimin yanlış!” diye fetva vermeye başlayan bir sürü yazıyı okumaya, çare aramaya başlarsınız.
Bir akıllı da çıkıp en tehlikeli dönemin 1–3–5 yılları arasında olduğunu söyler. “Hey Allah’ı güzel! Senin tehlike dediğin şey, yapılan borçların ödenme süresidir.
Sen ruhunu eşyalara satmasaydın, şimdi her aldığın eşyaya bir anlam, yükleyerek azıcık aşım kaygısız başım diyecektin. Ve şimdi kocanla birlikte oturup hangi eşyayı ne zaman aldığınızı, nasıl sevindiğinizi paylaşıyor olacaktın.