NEDEN AZ YAZIYORUM?  

Yazan by: İpek

Eskiden ama çok eskiden yani Onpunto adındaki çöplüğümüz kapanmadan önce gün aşırı yazı yazardım. Okuduğum bir haber veya geçmişte yaşadığım bir olay kısacası keyfim neyi emrederse o dökülürdü parmak uçlarımdan…

Yaşamımda öyle bir yer almıştı ki kendimi Onpunto’nun memuru gibi hissediyordum. Aslında memur kelimesi o anki durumumuzu anlatmaya emin olun ki yetersiz kalıyor. Bizler neredeyse orada yaşıyorduk. Niyetim eskiyi yâd etmek değil, aksine şu an ki konumumu ifade edebilmek…

Farkında olmadan birçok arkadaşım gibi bende yorulup, yıpranmışım. Bunu zaman geçtikçe çok daha iyi anlıyorum. Tabiî ki de tek etken bu değil! Hayatımda devrim niteliği taşıyan, yaşamımı puslu bir manzaraya çeviren “Sabahçılık” beni resmen dumura uğrattı.

Yıllardır sabah üç veya dörtte yatıp on gibi kalkan ben, iki haftadır saat altıda uyanmak zorundayım. Ve bu zorunluluk tam tamına 170 gün daha devam edecek. Her gece, “erken yatıp uyumalıyım” diyerek kendimi motive etmeye çalışıyorum. Gece saat bir gibi yatıp uykumun gelmesini bekliyorum. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum…

En son saatin dört olduğunu görüyorum.

Biliyorum ki birazdan uyuyacağım. Sonunda hiçbir şey hissetmiyorum. Derin bir uyku içindeyken, uzaklardan ama çok uzaklardan gelen melodiyi duymaya başlıyorum. Önce yumuşak tınılarla çalmaya başlıyor. Daha sonra ikinci bir ses buna eşlik ediyor. Duyuyorum ama bu sesler sadece rüyama eşlik edebiliyor. Ve birden “Günaydın Türkiye))))) “ diye anıran bir kadın sesi karışıyor bunlara… “ Benim gibi erken kalkmak zorunda olanlar hadi bakalım sallanmayın!” demesi yok mu?
_Bir gün tenhada kıstırırım ben seni!

Fatih Ürek’ten “Hadi hadi hadiiiiii!” şarkısının eşliğinde kin ve nefret dolu olarak güne “merhaba!” diyorum. Ve tek dileğim bir gün o kadının sesinin kısılması… Tüm hızımla dördüncü alarmı kapatmaya gidiyorum. Eğer kapatmaya geç kalırsam bütün gün kulaklarımda çınlayıp duruyor. En zor aşamayı geçtikten sonra okulda soluğu alıyorum. 27 çocuk ve ben… O saatte hepimiz birbirimize zombi gibi bakıyoruz.

Ağır adımlarla sınıfta yürümeye çalışıyorum. İlk ders ne olursa olsun çocuklar beni bir huşu içinde dinliyor. Hele bugünkü ders beni bile çileden çıkarmaya yetti. Sabahın köründe “Tevhid_i Tedrisat” kanununu anlatınca, çocukların yüzde sekseninin gözleri açık uyuduğunu fark ettim. Sonunda sınıfça bahçeye çıkıp dersi dışarıda işlemeye karar verdik. Hem yürüdük hem de dersimizi işledik.

İşte arkadaşlar, ben bu haleti ruhiye içindeyken ne gördüklerimi nede okuduklarımı yazabiliyorum. Tek düşüncem sağ salim bu 170 günü geçirebilmek…

Bu arada sakın ola ki “süt iç, şunu yap, bunu dene…”gibi sözler sarf etmeyiniz. Emin olun hepsi denenmiş ve başarısızlıkla sonuç vermiştir.

This entry was posted on 06:03 and is filed under . You can leave a response and follow any responses to this entry through the Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom) .

5 yorum

Yani eskiden de yıpranıyorduk,şimdi de yıpranıyoruz.Şimdinin ,eskiden farkı,galiba eskiden tatlı-ekşi de olsa hayatımızda bir heyecan vardı.Ne günlerdi be!Selamlar sana uyuyamayan güzel:))Olsun sen böyle de güzelsin...

tamda benim duygularım..onpuntodayken her aklıma eseni yazarken artık içimden hiç bir şey gelmiyor ki yazayım..kelımeler tıkanıyor bogazımda orada kalıyor..sanırım değişiyoruz..yada değiştik bile...

Elifim teşekkür ederim:))) Heee! Ben her daim güzelimdir. Senin yazılarını okuyup daha da güzelleşiyom.

Mixx, seni burda görmek güzel! Yazılarına baktım. Sakın bir yere gitme! Burdan takip ederiz birbirimizi... Sana kolay gelsin canım!

Haklısın valla, zaten öğretmenlik mesleği hazırlık da gerektiren bir iş. Akşamları erken yatmak gerek. Erken ve dinç kalkmak lazım. Yoksa gözler şişken ne ders anlatılır ne de çocuklar yüzüne bakmak ister. En iyisini yapıyosun, ne zaman istersen o zaman yaz. Biz eski yazılarını okuruz anca zaten :)

Yorum Gönder