RÜŞVETÇİ DEĞİL ÖĞRETMENİM!  

Yazan by: İpek

24 Kasım’da kutlanacak Öğretmenler Günü öncesinde Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Valiliklere gönderdiği yazıda, öğretmenlere pahalı hediye alma yasağı getirmiş. Başbakanlık ve MEB, öğretmenlere ‘altın ve pahalı hediyeler yerine çiçek, kitap gibi sembolik hediyeler’ alınabileceğini belirtmiş.

Böylece, yılda bir parsayı toplayan öğretmenin de işine taş konmuş oldu. İyi de oldu! Öğretmenler Günü ayağına, akrabalarını işe yerleştiren, çocuğuna yurt dışında eğitim hakkı sağlayan, kooperatif zengini eden eğitimciler, bakalım şimdi ne yapacak?
“Baba, ben patlamış değil haşlanmış mısır satmak istiyorum!” diye ağlayan çocuğuna mısır haşlayıp sattıran, likit yumurta ile köşe olmaya çalışan öğretmenim, bu sözleşme ile tam anlamıyla şapa oturmuş durumda.

Daha geçenlerde oğluna kâğıttan gemi yapıp ticarete atılmasını sağlayan öğretmen arkadaşımı, ikinci gemi için kırtasiyeden mukavva alırken gördüm! Deli gibi çalışıp ikinci gemisini bitirmeye çalışıyordu. Böylece, “Öğretmenler Günü’nde hediye edildi. Ne yapsaydım? Hediyeyi geri mi çevirseydim?” diyecek.

Bugün içimden geldi; öğretmenlerin bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökeceğim.
Mesela bazı arkadaşlar, sınıfta ön sıraları ücretli hale getirmiş. Efendim, dersi ön sıradan izlemek 500 YTL, ,ikinci sıra 400 diye fiyat koymuş! Tapu için de sınıf defterinin arasına rüşvet pardon “BAHŞİŞ” bırakıyorlarmış! ( Hiç böyle değillerdi! Acaba bunlar kimi örnek alıyor?)
Bazıları da Öğretmenler Günü’nde gelen altınlarla kuyumcu dükkânı açmış. (Yaaaa! )... Savunmasında, “Burası kayınpederimin! Bizimle ilgisi yok.” diyormuş.


Bu anlattıklarım, hepimize ne kadar da tanıdık geliyor, öyle değil mi? Hatta kanıksadık bile… Böyle bir haberi duyunca, “ Aman! Ne var bunda? Her zaman yaptıkları şey…” demiyor muyuz? Üzerinde fazla konuşmaya bile değer görmeyip gündemi başka tarafa kaydırmıyor muyuz?
Güçlüyle uğraşmaktansa güçsüzü ezmek, egomuzu daha fazla tatmin ediyor. Canın birine çatmak mı istiyor, konu sıkıntısı mı çekiyorsun? Hiç üzülme! Çıkar sandıktan öğretmeni, başla yazmaya… Aşağıla, yerin dibine sok, ağlak, kültürsüz, sapık, yetmedi dayakçı de! Destekli olsun diye de anılarından birkaçını “doğru, yanlış fark etmez” döktürdün mü değme keyfine… Yetmezse araya adamlarını sokup sürgüne yolla. Bak o zaman kendini nasıl kuş gibi hafif hissedeceksin. Hatta yazın, en çok okunanlarda baş köşede yer alacak. Günlerce yazının okunmasını sağlamış ve adından da söz ettirmiş olacaksın.

Unutulan bir şey var ki biz bu ülkede 800 bin kişiyiz. Şimdiye kadar öğretmenler hakkında birçok şey yazılıp çizildi. Her meslekte, etik davranışlar sarf etmeyen olduğu gibi, bizde de vardır dedik. Kınadık! Ancak rüşvet kelimesinin lügatimize girmesine bile asla izin vermedik, vermeyeceğiz de.

Gelelim Öğretmenler Günü’nde gelen hediyelere… Şahsım adına söylemem gerekirse, selpak mendil dışında bu bahsi geçen hediyelerden bir tane bile almadım. “Alan yok mu?” diye sorduğunuzda cevabım “Var!” olacak. Ancak hiçbir öğretmen, “Bana altın alın.” demez, dememiştir de…

Bunu organize eden, Sınıf Aile Birliği Başkanı'ndan başkası değildir. Veliler kendi arasında böyle bir yarış içine girmiş durumdalar. Bu durumdan mesul olan öğretmen değil, asıl kendilerinin ne kadar varlıklı olduğunu ispatlama çabasında olan veliler. Ayrıca bahsi geçen hediye olayı da her okulda karşılaşılan bir durum değildir.

Sürekli, “Hediye götüremediğim için öğretmen beni sevmedi!” tümceleri de 800 bin öğretmene mal edilemez. Öğretmenlik, masa başında oturup, çalakalem sallamaya benzemez! Bu işi yapmak, müthiş bir sabır ve yürek ister. Hem de öyle bir yürek ki eve geldiğinizde konuşmaya bile takatinizin kalmayacağı kadar…

Sormak lazım; her Eylül ayında, kayıt parası vermekten iflahı sökülüp de, ''iyi okul'' diye adlandırılan okullara çocuklarını kaydettirmek için araya onca torpil sokarak fahiş meblağlar veren, hak yiyen insanları niçin etik buluyorsunuz?

''Rüşvet'' kelimesinin ''bahşiş''e çevrildiği bu düzende, yatlar, katlar ve gemicikler alınırken, öğretmene gelecek olan hediyenin derdine düşüp bizleri aşağılamak çok mu etik?
İmza atmamız isteniyor, öyle mi? Atarız! Ancak bu imzayı Türkiye Cumhuriyeti’nde çalışan tüm kamu görevlileri de atmalı! Yiyorsa tabii...

Unutmayın!
Bizler, elimizde Deniz Feneri değil meşale taşıyoruz.

This entry was posted on 12:12 and is filed under . You can leave a response and follow any responses to this entry through the Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom) .

11 yorum

İyi geçirmişsin hocanımm:))Sevgiler...

vurulduk ey halkım unutma bizi!

Elifim, "kim kime geçirdi?" orası tartışılır.:)Sevgiler, ellerinden öperim ablaaaaa!

Sayın Ateşinsesi, tozlu rafa kaldırıldık artık!

O yazıyı bizzat ben de okudum. Dediklerine katılıyorum. Güzel yazı...

Ömero, çok teşekkür ederim. Yazı güzel de imzayı atmak hiç güzel olmadı.

imza mı?
hangi imza, pek anlamadım(:
blog girişimdeki mi?

:)) Yazım için güzel demişsin. Ben de yazı güzel ama okullarda altın ve benzeri hediyeler almayacağımıza dair imzayı da paşa paşa attık. İşte o zor!

(: ya ben de kötü oldum,, acaba istemeyerek bi yere imza mı attım diye... İlahi ipek(:

Kusura bakma, yanlış anlamanın da böylesi yani...

evet dediğin gibi paşa paşa attık,

ama yine de öğrenciler getiriyorlar, farklılık olsun diye, farklı şaleyler... biz sanki hiç almadık mı, ya da en azından almak istedik(:

iyilikler(:

Selammm :)

Ben de öğretmenim ama hediye olayından uzağız çok şükür. Pahalı hediye almadım hiç ama geçen sene bi öğrencim çiçek getirmişti onu bile törende elimde tutamadım, utandım inan. Bize sıcak bi gülümseme ile günümüzü kutlamaları yeterli geliyor. Bu yılki okulumda öyle de oldu zaten, o yüzden de çok rahattım. Kısacası şunu demek istiyorum; bırakın pahalı hediyeleri, bi çiçekle bile utananlar var.
Sevgiler

"yazbakim" Sevgili Hocam, bizler kendi cebimizden harcıyoruz değil ki öğrenciden hediye alacağız... Böyle düşünenlere yine annemin bir lafı ile cevap verelim "Kör yer içer kendinden biçer."mişş...

Sevgiler...

Yorum Gönder