Sen benim en sevdiğim ve ilk gördüğümde hayran olduğumdun. Hatırlıyorum da seni almak için günlerce sergilendiğin mağazaya gitmiştim. Mağaza sahibinin “O satılık değil…” demesine karşılık, yılmadan seni ziyaret etmiştim. Sonunda bu aptalca ısrarıma dayanamayıp, seni bana vermişti. On beş yıldır benimleydin. Yandığında nasıl ışık saçacağını merak etmeme karşılık, bir kere bile olsun bunu denememiştim.
Nedenini umursamadığım o efkârlı gecelerde nice mumlar yakıp ağlamıştım. Karanlığımı aydınlatmalarına şükran duyarak erimelerini izlemiştim. Her eriyen mum gibi sıkıntımın da eridiğine inanıp iz bırakıp giden dertler gibi etrafa is bırakmalarını seyretmiştim. Onlarla birlikte gözyaşı döküp sessizlik içinde eriyip gitmiştik.
Sana zarar gelmesin diye on beş yıl çırpınıp durmuştum. Çünkü sen benim anılarımı taşıyandın. Mumdan olan dostumdun. Her şeye bir ad verdiğim gibi senin de adın vardı. Senin adın İnci’ydi.
Açık unuttuğum pencereydi senin düşüp kırılmana neden olan. Beni ise dostumdan eden unutkanlığımdı. En güzel şekilde veda etmeliydik. Sana yakışan bir ayrılık olmalıydı. Bu veda yaşanan on beş yılaydı…
Dün gece sadece ikimiz ve yaşanmışlıklarımız vardı. Yüreğim titreyerek yakmıştım seni. Nasıl da merak ederdim saçacağın ışığı. Oysa beni heyecanlandıran tek şey merak etmekmiş. Bu gece tüm türküler senin için çalacak. Her ne kadar Nurettin Rençber “ Ağlama Yar…” dese de biz bu gece ağlayacağız. Biz bu gece senin dillendiremediklerine, benim ise hiç susmadan anlattıklarıma ağlayacağız.
İşte İnci, sen de yanıyordun. Belki yılların verdiği özlemle, karanlıkta ışığın dans ediyordu. Raks eden genç kız edasıyla kıvranıyordun. Her kıvranış senden birkaç damla götürüyor, her coşkuyla yanman, seni daha çabuk tüketiyordu. Meğer ne çok birbirimize benziyormuşuz. Aydınlatmak için kendimizden bir şeyler veriyor, verdikçe eriyoruz. Eridikçe tükeniyoruz. Her damlamız bir tarafa saçılıyor. İz bırakıyoruz. Ama iyi, ama kötü yine de oradan geçtiğimiz belli oluyor.
Yaşamın gerçeği bu değil mi? Hayatı gittiği yere kadar yaşamak, kimsenin hükmü olmadan ışık saçmak… Kesintiye uğramaksızın raks etmek…
Hüzünde, romantik bir masada, köyde bir çocuğun çay tabağında, bir dilekte mum olmak… Etrafını nerede olursa olsun aynı şekilde aydınlatıp, duyguları paylaşmak kadar güzel ne olabilir? Şaire ilham olup mısralarda geçmek, ressamın tuvalini süslemek kaç kişinin harcıdır?
Çevresini mum kadar aydınlatamayan insanlarla dolu olan bu dünyada yaşarken, senin gibi mumdan bir dostum olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Her ne kadar eriyip tükensen de var olmanın gerekliliğini yerine getiriyorsun. Niçin var olduğunu bilmeyen bizim gibilere ders olmasını isteyerek gücünün yettiği yere kadar aydınlatmaya çalışıyorsun.
Bizler de etrafımızdaki karanlığı aydınlatmadan, aydınlık geleceklere sloganı ile şarkılarımızı ağustos böceği gibi söylemeye devam ediyoruz.
Tanıdık bir gece, nedenini umursamadığım bir hüzün ve masada yanan bir mum… Tek fark; dün gece mumdan dostum konuştu, ben dinledim. İçinde sakladığı, acı tatlı on beş yılın anılarını damla damla akıtıp, birlikte ağladık.
O benim sırdaşım, arkadaşım, dostumdu. Ben mum, mum ise bendim…
This entry was posted
on 08:22
and is filed under
Deneme
.
You can leave a response
and follow any responses to this entry through the
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
.